11 minute read

Geçmişten kalma bir mektup

Web sitemi açalı çok olmadı. Görünen yüzü fena değil. Ancak görünmeyen tarafta birtakım iyileştirmeler yapıyorum. Bu sabah da bu amaçla bilgisayarın başına oturdum. Sitemin, arama motoru endekslerindeki performansını iyileştirmek için birkaç ekleme yaptım. Bu esnada da ismimi Google’da aratmış bulundum. Daha önce de ismimi arattığım olmuştu. Ancak, ilk sayfadan sonrasına hiç ilerlememiştim. İlk sayfa beklediğim gibiydi. Sosyal medya hesaplarım ve diğer akademik içerikli web sitelerindeki bilgilerim çıktı. Dördüncü sayfaya kadar ilerledim. Benimle ilgili olmayan, alakasız ve isim benzerlikleri nedeniyle bulunan siteler vardı. Tam kapatacakken, alt sıralarda gözüme bir site çarptı. Bundan yaklaşık 12 yıl önce yayınlanmış, ancak hiç haberimin olmadığı bir mektubuma (e-mail) rastladım. 12 yıl öncesinde yazdıklarını okuyunca, insan tuhaf hissediyor. Bu nedenle birkaç şey yazmak istedim.

Amerikadan yazdığım mektup

2010 yazında, şimdilerde ikisi de Türk Hava Yollarında pilot olan arkadaşlarım Muhammed ve Yiğit ile, o zamanlar popüler ve ekonomik olarak da cazip olan Work and Travel programına katılıp Amerika’ya gitmiştik. Muhammed benim gibi endüstri mühendisliği, Yiğit ise gıda mühendisliği öğrencisiydi. Konuyla alakası yok ama kader ağlarını örecek ve iki arkadaşım da ileride pilot olacaktı. Mezun olduktan sonra, Muhammed THY’de endüstri mühendisi olarak, Yiğit ise ÜLKER’de gıda mühendisi olarak işe başladılar. Pilot olmakla ilgili hayallerinden bahsettiklerini hatırlıyorum. Gel zaman git zaman bu ikisi İstanbul’da ev arkadaşı oldular. Daha sonra önce Muhammed ardından da Yiğit THY’nin o zorlayıcı pilotluk sınavlarına azimle hazırlanıp sınavlardan başarılı oldular. Bu yazıdan Muhammed ve Yiğit kaptana selam göndermek isterim. Hayallerimizin peşinden gitmek için gereken keskin kararları her zaman alamıyoruz. O yüzden ikisini de her ortamda öğrencilerime örnek veriyorum.

Work and Travel (WAT)

Konumuza dönelim. Work and Travel (WAT) yani Gez ve Çalış programı, bizim öğrenciliğimiz zamanında, 2010’lu yıllarda, oldukça meşhurdu. Programın geçmişi 1960’lı yıllara kadar uzanıyor. O zamanlardan beri ABD tarafından yürütülen bir kültürel değişim programı. Programı yürütme nedenleri kendi çıkarlarına hizmet etmesi. Hem Amerikan kültürünü daha yakından tanıtarak dünya genelinde ABD’yi seven insanlar kazanıyor, hem de ABD’deki alt sektörlerin sezonluk yükselen işçi açığını kapatıyorlar. Türkiye bu programa 1990’lı yıllarda dahil oluyor. Tabi o zamanki ekonomik şartlar nedeniyle program çok yaygın değil. Ancak 2000’li yıllarla birlikte hem ABD’de hem ülkemizde yaşanacak likidite bolluğuyla birlikte program Türkiye’de epey popüler hale geliyor.

Ben 2008 yılında üniversiteye girdiğimde bir WAT çılgınlığı vardı. Hatta öyle ki bu programa katılıp yazları ABD’ye gitmeyeni dövüyorlardı diyebilirim. Programa katılmak kolaydı. Önce bir aracı eğitim şirketi ile anlaşılırdı. Onlar belirli bir ücret karşılığında size iş bulur ve diğer prosedürleri hallederlerdi. ABD’ye sizden önce giden arkadaşlarınızın çalıştıkları yerdeki bağlantılarıyla iletişime geçebilirseniz, işi kendiniz de ayarlayabiliyordunuz. Bu durumda şirkete vereceğiniz miktar daha da düşüyordu. Ben 2010 yazı için CAMPUSEDU ile anlaşmıştım. İşin aslı ben arkadaşım Cenk ile gidecektim. Yaklaşık bir yıl boyunca hayalini kurmuştuk. Muhammed ve Yiğit’ten kabaca haberim vardı. Muhammed bölümden çok samimi olmadığım bir arkadaşımdı. Yiğit ise Muhammed’in hazırlık yıllarından arkadaşıydı. O ikisi de başka bir grupla gitmeyi planlıyorlardı ve benden haberleri yoktu. Nereden bilebilirdik birlikte gideceğimizi, muhteşem bir yaz geçireceğimizi ve şimdilerde sahip olduğumuz bu iyi dostlukları kazanacağımızı. Bahar aylarına girdiğimizde, beklenmedik gelişmeler nedeniyle Cenk affını istedi ve vazgeçti. Tek kalmıştım. Şirkete vazgeçmek niyetiyle konuşmaya gidecektim. O ara şans eseri Muhammed ile bölümde konuştuğumuzu hatırlıyorum. Yiğit’le ikisinin birlikte gideceğini ve aynı şirketle süreci yürüttüklerini söyledi. Kendilerine katılmamın bir sakıncası olmayacağını belirtti. Kabul ettim ve açıkçası sevindim. Şirket bize ABD’nin New Jersey eyaletinin Clementon şehrinde “Clementon Park & Splash World” isimli eğlence parkında iş teklif etti. Kabul ettik. Cankurtaran, park oyuncak operatörü veya yemek bölümünde çalışabilecektik. Ben cankurtaranlığı, Yiğit park operatörlüğünü, Muhammed ise geliri daha iyi olur diye yemek bölümünü tercih etti. Sonrasında Muhammed, yemek kısmının temposundan ve çalışma şartlarından yorulacak, cankurtaranlığa geçiş yapacaktı.

O zamanlar 1 Amerikan doları yaklaşık olarak 1.5 TL seviyesindeydi. O nedenle maliyetler çok düşüktü. Orta ve hatta düşük gelirli aileleri olan arkadaşlarımız bile bu aracı şirkete verilen ve ilk gidiş için gerekli olan uçak biletlerinin maliyetini karşılayabiliyordu. Borç alarak bunu yapan arkadaşlarımı da hatırlıyorum. Zaten oraya gittikten sonra çalıştığınız için artık ailenizden para almanıza gerek kalmazdı. Dileyenler gezerek ve alışveriş yaparak parasını harcardı. Dileyenler ise para biriktirir ve dönüşte ailelerinin masraflarını geri öder veya aldıkları borçları kapatırdı.

iPhone 4 hikayemiz

Biz ABD’ye 10 Haziran 2010’da ayak basmıştık. Üçümüz de oraya tuşlu telefon ile gitmiştik. Bende Nokia 6630 vardı. 2004’yılının Eylül ayında satışa sunulmuştu. Türkiye’de satış rekorları kırmıştı. Ben 2007 yılında almıştım. 2010’a kadar da onu kullandım. Şöyle bir düşünüyorum da çok kaba bir telefondu, hiç bir yere sığmazdı, saçma sapan bir klavyesi vardı. Yine de çok güzeldi, çok havalıydı, birbirimizi çaldırır veya 5,000 SMS paketi çılgınlığıyla birbirimize mesaj atardık. ABD’ye gitmeden önce para biriktirip hemen iPhone 3G alırız diyorduk. Henüz Türkiye’de yaygın değildi. Dokunmatik ekran fikri bizi çıldırtıyordu. Tabi o zaman her sene yeni iPhone çıkıyor gibi bir şey bilmiyoruz. Biz vardıktan 14 gün sonra yani 24 Haziran 2010’da Apple iPhone 4’ü duyurdu. Şok olmuştuk. Böyle bir tasarım yoktu. Yuvarlaktan kareye ve cam çerçeveye geçiş, ekran kalitesi, telefonun hızı, kamerası. Sonra tabi Muhammed ve ben iPhone 4 aldık. Üstelik o zamanlar telefonlar ABD hatlarına “locked” yani kilitli olarak satılıyordu. Apple’ın anlaşmalı iletişim operatörlerinin hatları dışındakilerle telefonu kullanamıyorduk. Bunu bile bile bir saniye düşünmeden telefonu aldık. Telefonu hatla kullanabilmek için yazılım kırılmasını beklemiştik. Yaklaşık 6 ay sürmüştü. Yani biz telefonu anca yıl sonuna doğru kullanabildik. Yine de değmişti. iPhone 4’ü hem ben hem Muhammed uzun yıllar kullandık. Hala özlediğim bir telefondur.

Sonraki yıllar ve kişisel gözlemlerim

Konuyu dağıttım. Geçmişi düşününce hep böyle oluyor. Kafamın içinde o anından öbürüne atlıyor, konuları günümüzle kıyaslıyor ve kah üzülüp kah tebessüm ediyorum. Kaldığımız yere dönüp WAT’ın sonraki sürecinden bahsedeyim. Ben 2013’te üniversiteden mezun oldum ve aynı yerde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Öğrencilerle yakın olduğum için WAT’ın 2016’lara kadar da çok yaygın olarak devam ettiğini bizzat biliyorum. Maalesef yükselen kur, diğer ekonomik problemler ve en sonunda da ortaya çıkan pandemi nedeniyle şimdilerde programa katılmak oldukça külfetli oldu. Haliyle katılımlar da epey azaldı.

Biz gideli neredeyse 12 yıl olmuş. Muhteşem bir yaz geçirmiştik. Çalışmış, ilk kez kendi evimizi tutmuş ve çok güzel dostluklar edinmiştik. Çok aktiftik, çok gezmiştik. Düşündüğümde aklıma gelen tek kötü an bile yok. O zamanlar dünya genelinde de birçok şey daha güzeldi. İnsanlar daha mutluydu. ABD sürekli para basıyor, dünya genelinde likidite bolluğu yaşanıyordu. Pandemi yoktu. Mülteci sorunu yoktu. Orta Doğu’daki vahşetler yaşanmamıştı. Türkiye’de de, dünya genelindeki iyi ekonomik durum, ülkeye gelen yatırımcılar ve ülke içinde özelleştirmelerle gelen likidite sayesinde sahte de olsa bir refah artışı vardı. Avrupa Birliği, komşularımız ve diğer ülkelerle ilişkilerimiz daha iyiydi. Türkiye’de yaşayanların birbirleriyle ilişkileri de daha iyiydi. Kutuplaşma ve yozlaşma şimdiki gibi değildi. 2015’ten sonra yaşanacak kötü olaylar henüz yaşanmamıştı. Ülkemizin gençleri düşük maliyetlerle WAT programına katılıp ABD’ye gidebiliyor, trenle Avrupa turuna çıkabiliyordu. Eli yüzü düzgün bir işe giren büyüklerimiz zorlanarak ve borçla da olsa araba ve ev alabiliyorlardı. Şimdi imkansız. İyi beyinlerimizin önceliği yurt dışı değildi. Olsa da olur olmasa da modundaydılar. Yurt dışında eğitimini tamamlayanlar ülkeye dönmeyi cazip buluyordu. İyi üniversitelerimizin akademik kadrolarına bakanlar, bu yıllarda doktoralarını tamamlayan hocaları görebilirler. Şimdi doktorasını tamamlayanlar dönmüyor, buradaki “iyilerin” önceliği de gitmek oluyor. Yazacak çok şey var ama zaten bu konular artık sürekli konuştuğumuz şeyler oldu. Tekrara gerek yok. 12 yıl öncesinde, 20 yaşında, henüz yaşanacak sıkıntıları bilmeyen halime duygulandım. O zamanki bu bolluk doğru yönetilse ve üretim ekonomisine aktarılabilse, şimdi çok farklı şeyler konuşabilirdik. Belki biraz karamsar bir tablo çizdim. Büyüklerim, yaşıtlarım ve daha genç arkadaşlarım karamsar. Ancak ben o kadar umutsuz değilim. Evet tüm dünya genelinde yanlış tasarlanan ekonomik düzenin sıkıntıları yaşanacak. Ancak, ülkemiz bu halinden daha iyi olacaktır. Unutmayalım,

“Once you hit rock bottom there is no way but up” yani “dibe vurduysanız yukarıya çıkmaktan başka bir yol yoktur”. “After the rain comes sun” yani “yağmurdan sonra güneş açar”.

Şu an elimizdeki tek şey kendimize yatırım yapmak. İlgilendiğimiz alanda kendimizi geliştirmek ve kişi, mekan ve zamandan bağımsız olarak kendimize yetebilir hale gelmek. Ücretsiz ve açık bu kadar kaynağın olduğu bir web ortamında bunu yapmak zor değil. Bununla ilgili bilgi, tecrübe ve önerilerimi bir mini yazı dizisi olarak burada yayınlayacağım.

Aşağıya ABD günlerinden bir kaç fotoğraf ve yine o günlerde kaleme aldığımız iki mektup daha koyuyorum. Daha iyi günlere kavuşmak dileğiyle diyelim :)

Fotoğraflar

amerika foto 0 amerika foto 1 amerika foto 2 amerika foto 3 amerika foto 4 amerika foto 5 amerika foto 6 amerika foto 7 amerika foto 8
2020 yazına ait Amerika fotoğrafları.

Amerika’da yazdığımız diğer mektuplar:

Geldik mi ne ? 11 Haziran 2021.

Amerika.. evet motelimize geldik, bizi karşılayan sevimli Hintli Jay’in sayesinde odamıza yerleşmeyi başardık. Yolculuk nasıl mı geçti, onu bizde anlamadık. Bir uyuduk bir uyandık, İtalya, Newark, New York derken makara yapa yapa, yol kenarında ne olduğu belli olmayan küçük motelimizdeyiz. Burada internete girebilme mutluluğunu yaşıyoruz. Yarın ne yapacağımıza dair en ufak fikrimiz olmasa da Jay’in bizim içn söylediği, içinde peynirden başka hiç bir şey olmayan pizzayla karnımızın doymasının mutluluğunu yaşamaktayız. Adama ucuz bir şeyler söyle dedik, adam peynir banyosu yaptırdı bize. Neyse, fırsat buldukça yazmaya devam edeceğiz.

Bu arada yolda tanıştığımız Burak’a sesleniyorum, abi kusura bakma, sana haber veremeden gitmek zorunda kaldık. Ancak Dennis denen adam telefon açmama bile izin vermedi. Senden tekrar özür diliyoruz.

Son olarak, yııllarca Midtown Madness oynarken üzerinden geçtiğimiz köprülerden şimdi canlı geçmenin, Hard Truck’ta sürdüğümüz burnu uzun tırları canlı izlemenin keyfi paha biçilemez :D Tabi bunların yanında dönem sonu notlarımızı Amerika’dan öğrenmekte ayrı bir heyecan yarattı:D

Hepinizi sevgiyle kucaklıyoruz, biraz artistik yaptık biliyorum. Hepsi Volkan için. Rıfat seni de seviyoruz. Tuuba çabuk gel. Eser ortam süper. Kıvanç ve Berna şaka maka adamlar yapmış. Mete kardeşim, dayımın selamı var. Rıfat is Rıfat. Murat’tan haberi olan var mı? Berk ve Macit bizden haber almadan bir çılgınlık yapmayın.

Erdi Daşdemir

Muhammed Alan (burada Alan ismini kullanıyor)

Yiğit Can İsmen ( burada Iceman ismini kullanıyor)

Macera başladı ? 12 Haziran 2021.

Uzun ve zor bir gündü, en iyisi sabahtan en başından başlayalım. Sabah 7 gibi uyandık, hemen laptopun başına oturup kaldığımız yerden çalışacağımız parka nasıl gideceğimizin adresini Mr. Alan’ın uzmanca çizimleriyle kağıda aktardık. Hostelimizin bize sağladığı güzel kahvaltıyla karnımızı doyurduk. Kahvaltı esnasında yanımızdaki yaşlı amcanın bize bir şeyler söyleyip gülmesinden sonra bizden bir tepki beklemesi unutulmazdı. O anda dayanamayıp “Sorry, we dont sepak so good english and we can’t understand you” dememden sonra, adamın suratının asılıp üzülmesi, Alan ve Iceman’ın bana olan tepkileri daha ilk günden gülme krizlerine neden oldu.

Neyse gelelim kahvaltıya. Aslında tam olarak ne yediğimizi bilmiyoruz, dürüst olmak gerekirse bizim Türkiye’de keyif için yediğimiz pasta jolesini burada doyabilmek için yedik. Hatta bildiğin ekmeğe önce yağı, üstüne joleyi sürerek yedik. Bu esnada Dünya Kupası maçını kahvaltı yaparken izlemekte ayrı bir tecrübeydi. Sonra soluğu Jay’in bir akrabası olduğunu tahmin ettiğimiz Neil’ın yanında aldık. Neil adrese yürüyerek gidemezsiniz gençler, size bir taksi çağırayım dedi. Okey hacı dedik. Yaklaşık 15 dk sonra, bilmediğimiz bir cisim bize yaklaştı. Hayatımda bu kadar geniş bir araba görmemiştim, abartısız 10 kişi yan yana sığar diye tahmin ediyorum. Neyse burada asıl ilginç olan gelen şoförün Neil’ı göstererek “He is my brother guys come on” demesiydi. Arkadaş Hintliler bildiğin şirketleşmiş burada, hostele geliriz Hintli, taksi isteriz Hintli, daha hayatımıza giren diğer Hintliden birazdan bahsedeceğim.

Neyse çıktık yola, 20 dolara parkımıza ulaştık. Böyle elimiz ayağımız titrerken bir şey ister istemez dikkatimizi çekti. Evet, etrafta beyaz yoktu. Olum bu ne sesleri arasında konuşurken, lan ırkçılık yapmayalım dememizle parka girdik. Burada kısa bir izlenimimizden bahsetmek istiyorum. Obez kavramı gerçekte olan bir kavrammış arkadaşlar. Hiç kiloluyum demeyin. Bildiğiniz yağlı ve aşırı kilolular. Buna rağmen kısacık etek şort giymeleri bizi hayal kırıklığına uğrattı, insanlıktan soğuttu.

İş verenimiz önümüze bir kaç belge koyup doldurttuktan sonra, bize parkı gezdirdi. Tabi bu esnada parkı ve kurallarını anlattı. Yaklaşık 2-3 saat süren bu konuşmadan anladığımız sadece, “Hi guys, sign here, bla bla bla, is it okey? Mr Alan I will see you tomorrow. Others come on Monday.”” Binlerce kelimeyi, kendimizden çok emin bir şekilde “okay, yes” sözcükleriyle onayladık ama ne yapacağımıza dair en ufak bir fikrimiz yok. Üniformalarımızı alıp giydikten sonra mutlu mesut parktan ayrıldık. Neyse artık resmi olarak işe girmiş bulunmaktayız. Herkese hayırlı olsun.

Daha sonra ev kiralamak için bulduğumuz adrese doğru yola koyulduk. Hayatımızın kadını “Shorty” ile burada tanıştık. 1.20 boy 150 kilo ebatlarındaki İspanyol asıllı “Shorty”, adresi sormak için girdğimiz markette gelin gençler ben sizi götürürüm diyerek hayatımızı kurtardı. Yürüyerek gidince yaklaşık 1 saat sürüyor, dönüşte Shorty yoktu, yürüdük, oradan biliyoruz. Shorty, BİM poşetinde taşıdığı köpeği Bobo ile birlikte, bizi aldı ve adrese bıraktı.

O da nesi, içeri girdik bir Hintli daha. Allahtan bu arkadaşta cana yakın çıktı. Evimizi kiraladık. Arkadaşlar artık bir evimiz var. Mutfaklı, bahçeli, havuzlu bildiğiniz süper. Türkiyeden gelmek isteyen varsa en iyi şekilde ağırlarız.

Her şey çok yolunda gözüküyor demi. işte asıl macera şimdi başlıyor.

GERİLİMLİ DAKİKALAR!!

Arkadaşlar, ciddi anlamda geldiğimiz şehir bir siyahi şehri. Hatta kasaba. Irkçılık olarak anlamayalım, ama cidden etrafta beyaz yok. GTA gangsterleriyle dolu sokaklardan tekrar parka kadar 1 saat yürüdük. Ayrıca etrafta hiç yaya yok. Herkesin altında araba var. Milyonlarca araba gördük, ve sokaklardaki tek yaya biziz. Bunu önce pek önemsemedik ama bu canımızı daha sonra fena sıktı.

Parktan sonra Alan’ın gazına gelip hadi “abi hostele kadar yürürüz, macera olur ne olacak sanki” cümleleriyle yola çıktık. Ancak yaklaşık 2 km sonra işlerin garipleştiğini fark ettik. Yoldan geçen arabalardan bize laf atıp bağırıp taciz etmeye başladılar. Heyy you guyss! You are gay!! cümleleri arasında tırsa tırsa yürümeye başladık. Evet cidden sokaklarda hiç yaya yoktu. Bu işte bir bit yeniği vardı. Az daha ilerlediğimizde gördüğümüz tabela karşısında dona kaldık.

YAYA GİRİŞİ YOK; ŞİDDET BÖLGESİ

Bu ne abi diye dönüp ALAN ve ICEMAN’a sorduğumda, çoktan arayı açtıklarını fark ettim. Peşlerinden koşmaya başladım. Tekrar geldiğimiz yolu geri dönüp, taksi çağırmaya karar verdik. Ancak tacizler devam ediyordu. Ah keşke 1-2 yaya daha görseydik de rahatlasaydık derken işte karşıdan biri geliyordu. Bir adam köpeğiyle birlikte bize doğru yürüyordu. Biraz korkmuş olmanın da etkisiyle “ya beyler, karşıya geçelim ne olur ne olmaz” dememize kalmadan adam panikle karşıya geçti. Bize dik dik bakmaya başladı. Hayda, herif bizden bildiğin korktu. Biz adımlarımızı hızlandırdık, parka geldik ve çağırdığımız taksiyle odamıza döndük.

Sabahki taksimizi çağırdık, paşa paşa 20 doları verdik, ve hostelimizdeyiz.

Pazartesi sabahı taşınıyoruz, yeni evimizde malum internetimiz yok. Ne zaman bir internet bağlatırız bilemiyorum. Meraklı takipçilerimize duyurulur.

Rıfat seni çok özledik. Volkan atlayın Muratla gelin misafirimiz olun. Tuuba ne yaptınız, halledebildiniz mi, bu arada herkes obez 300 kilo civarı. Size pedicab’te Allah kolaylık versin. Rıfat kanka olaylara karışma. Macit ve Berk. Eylemlere başlayın. Buralar pek tekin değil, bizi taciz ettiler. Gururumuzla oynadılar, onlara Türk’ün gücünü gösterelim. Ha bir de bunlar çok milliyetçi, adamlar evlerinin bahçesinin her köşesine Amerikan bayrakları dikmişler, her yere asmışlar. Bilmiyorum bugün spor yada çocuk bayramı mıydı ama her evde bayrak asılı.

Sabredip de okuyan herkese teşekkür ediyoruz. Haydi sağlıcakla kalın.

Sevgilerle..

Erdi DASDEMIR

Muhammed ALAN

Yiğit Can ICEMAN

Leave a comment